Yeni Üyelik Haber bülteni üyeliği
|
Bir efsanenin kitabı
Nedense otoriter devletler sisteme muhalif olan aydınları halkın gözünde küçük düşürmek ve saygınlıklarını yok etmek için özel bir çaba içinde olurlar. Bunun için akla hayale gelmeyen komplolar düzenlerler. Haklarında uydurma dedikoduları basın sayfalarına yansıtır, gerçek dışı suçlamalarla yıllarca mahkeme kapılarında süründürürler. Bu coğrafyada buna yüzlerce örnek vermek mümkün. Zaten birçok etkili kişinin üç kuşağı yok ettik demesi nedensiz değil. Başta bütün dünyanın tanıdığı Nazım Hikmetin, İsmail Beşikçinin ve daha birçok yazarın, sanatçının, politikacının sistemin yalan ve inkar politikalarıyla hayatlarının cehenneme çevrildiğini söylemek mümkün. Ama biri var ki, devletin tüm çabasına, hakkında onlarca davaya, yıllarca hapis yatmasına rağmen hala efsane olmayı sürdürüyor. Yılmaz Güney... Sistem tüm iletişim aygıtlarını kullanarak ölümünden sonra bile kirli propagandayla ve kimi köşe yazarlarının dedikodudan öteye gitmeyen iftira ve çarpık yazılarına rağmen h?l? bir efsane olarak yaşamaya devam ediyor. Üstelik aradan yıllar geçmesine rağmen toplumsal boyutta ürettiği sanat ürünleriyle aşılmış da değil. Yılmaz Güney ürettiği eserleriyle, ilettiği mesajların sistemin özüne aykırı olmasıyla, her şeyden önce Kürt olduğunun bilincinde ve sosyalist bir tavır geliştirdiği için de tepkileri üzerine çekmişti. Özellikle Umut filmi Türkiye sinemasında bir dönüm noktası olmuştu. Umut öncesi çok az sayıda film toplumsal içerik taşırken, Umut filmi düzenin kalbine kızıl saplı bir hançer gibi saplanmış; düzenin çarpık yapılanmasına, insan ilişkilerine, eğitim sistemine, adalet ve hukuk anlayışına, dinin umarsız insanların bilincini nasıl yok ettiğine yönelik mesajlar vermişti. Yoksul ve sistemin dışına itilen geniş halk yığınlarının etkilenmemesi için de film yıllarca yasaklanmıştı. Umut, horozu kalkık bir tabanca gibi sistemin kalbine nişan almıştı çünkü. 1970li yıllarda politize olmuş gençlerle birlikte filmi seyreden halkta muhalif bilinç yarılması yaratılır korkusuyla sinemalarda oynatılması engellenmişti. Devletin Yılmaz Güneyin üstüne acımasızca gidişinin bir nedeni işte o tuğlanın çıkartılıp parçalanmasıyla sistemin temelinin nasıl kof olduğunu göstermiş olmasıydı. Yılmaz Güney sıradan bir sanatçı değildi. Şair, yazar, senarist, yönetmen ve oyuncuydu. Bitmeyen bir enerjiyle çalışıp üretiyordu. Geniş bir aşiretin kızı ve aynı zamanda dengbêj olan annesinden Kürt söylencelerini duyarak büyüyen Güney, bu öyküleri ürünlerinde kullanarak acılı halkının kültürel zenginliğini yansıtmasını bilmişti. Kültürel gıdasını Kürt ulusunun binlerce yıllık birikiminden alarak sanatını geliştirerek evrenselliğe ulaşabilmişti. İnsanlık tarihinin en utanılası sayfa olan 12 Eylül cuntasının yurttaşlıktan çıkarttığı Yılmaz Güneye Fransa kucak açmış ve Kültür Bakanı Jack Lang verdiği demeçte, 1981de Fransa Hükümeti adına kendisine sunduğum ev sahipliğini kabul ederek bizi onurlandırmıştı demişti
|
|
Copyright © 2005 Uzerine.com
uzerine.com Ana Sayfa |
Gizlilik Sözleşmesi |
Üye Girişi